29 Nisan 2013 Pazartesi

Kitle İletişim Kuramları 14 - Suskunluk Sarmalı


Suskunluk Sarmalı’, Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilen bir siyaset bilimi ve kitle iletişim teorisidir.
Bir kişinin/grubun savunduğu fikir, mensubu olduğu toplumun (okulda sınıf, fabrikada soyunma odası, orduda yemekhane, belediye otobüsü, akraba ziyareti, hastane koridoru vs.) ‘genel-geçer’ kabul ettiği görüşlere uygun değilse, bu kişi toplumdan dışlanma korkusu nedeniyle konuşurken kendini kısıtlar veya fikrini söylemekten vazgeçer. Aynı kişi fikrinin (veya kendi fikrine yakın görüşlerin) toplum nezdinde yaygınlaşmaya başladığını sezerse, bu kez fikrini yüksek sesle söylemeye başlar.
‘Suskunluk Sarmalı’ teorisi içinde dört temel faktör vardır:
  • Kendi görüşlerinin toplum nezdinde ‘kabul görmeyeceğini’ bilen ve/fakat kaybedecek birşeyleri olmadığına inanarak veya inanmayarak ‘sarmalın’ içinden sıyrılmayı başarmış, her zaman azınlıkta kalacağının farkında olarak görüşlerinden taviz vermeyen kişi/gruplar,
  • Kitle iletişim araçlarının (Medya; etkisiyle (ve çoğu zaman bizzat medyanın sürekli tekrarlaması ile) yaratılmaya çalışılan ve en sonunda baskın gelen ‘Genel-geçer görüş’ bir diğer adla ‘Toplumsal Algı’,
  • Fikirleri ‘aykırı’ addedilen sınıf ile ‘genel-geçer’ addedilen sınıfa dahil olmak arasında, dışlanma korkusu nedeniyle fikirlerini açıkça söylemeyen ve kararsız kalan kişilerin toplamı.
  • Teori sadece ‘iki kutbun (düalizm)’ birbirine olan etkisini incelemek üzerine kurulu değildir. Hangi fikrin, siyasi görüşün, kanının, yaklaşımın, inanışın, geleneğin, tezin, anti-tezin, felsefenin vs. doğru hangisinin yanlış saptamasını yapmaya çalışmaz. Birden fazla algının bir arada yaşadığı ‘iklim içinde’, ‘Suskunluk Sarmalı’ teorisi eğilimlerin ne yönde olduğunu ve zamanla değişiklik gösterip göstermediğini araştırır.

Teori geçmişi

"Kavram 1974’te ortaya atılmıştır. Suskunluk Sarmalı teorisi; çeşitli konular hakkında, toplumda bir kesim çekinmeden konuşabilirken başka bir kesimin niçin suskun kaldığı sorusu üzerine kuruludur."Teori, bakış açılarının ‘sadece iki yönlü’ olması üzerine kurulu değildir.

Kamuoyu Bakışı

Halkın görüşü’ tabiri ilk kez 18. yy’da Fransa’da ortaya çıkmıştır. Tabir sürekli tartışılagelmiştir ve ne tür bir bilimsel sınıf içinde değerlendirileceği konusunda elle tutulur bir gelişme sağlanamamıştır. Alman tarihçi Oncken: “-Halkın Görüşü- kavramı hakkında iyi bir fikir beyan etmeye yeltenen, bu kavramı tanımlamaya çalışan herkes kısa zaman sonra Proteus adlı bir varlıkla karşı karşıya geldiğini farkedecektir. Proteus öyle bir varlıktır ki kendini ardı ardına binlerce kılığa sokabilir. Bu kılık değiştirme gözle görünür veya görünmez, aciz veya etkili olabilir, kendini bize sayamayacağımız kadar çok değişime uğramış şekilde sunabilir. Kendine o kadar güvenir ki, onu sımsıkı tutsakta her zaman bir yolunu bulup parmaklarımız arasından sıvışıp kaçmasını bilir. Tüm bu akıntı, tek bir formül içine hapsedilerek ifade edilemez. En nihayetinde, kime sorarsanız sorun ‘Halkın Görüşü’ tabirinin ne olduğunu bilirler ama açıklayamazlar.” Şöyle bir söz de söylenir: “Fikirler tarihi müzesinin bir üyesi olan ‘Kurmaca’ sadece ve sadece tarihi bir meraktan ibarettir.” Bu alıntıya karşı, ‘Halkın Görüşü’ kavramının ne demek olduğu ile ilgili tartışmalar biteceğe benzemiyor. 1970’lerin başında Elisabeth Noelle-Neumann ‘Suskunluk Sarmalı’ teorisini oluşturmaya başladı. 1965’de ‘bir tarafın galibiyeti artarak devam ederken, oy eğilimlerinde ne tür bir sapma olabileceği’ sorusu üzerinde çalışıyordu. Daha sonra Noelle-Neumann ‘Toplumun Görüşü nedir?’ sorusu üzerinde dönüp durduğunu farketti. ‘Suskunluk Sarmalı toplum görüşünün ortaya çıktığı bir suret olabilir; yepyeni bir toplum görüşünün yavaş yavaş gelişmeye başladığı bir süreç ya da eski bir fikrin günümüze uyarlanamış bir hali olabilir. Noelle-Neumann’dan yapılan bu alıntı eğer makul gözüküyorsa, bir süreç olarak değerlendirilip ‘tanımlanamaz’ denerek nam salmış ‘Toplumun Görüşü’ veya ‘Suskunluk Sarmalı’ kavramlarının ne demek olduğu ile ilgili net bir tanımın yapılması büyük önem arzetmektedir. 1898’de Amerikalı sosyolog Edward Ross ‘Toplumun Görüşü’ kavramını ‘ucuz ve zahmetsiz’ olarak nitelemiştir. “-Halkın Görüşü- ile -Egemen Görüş- denklemi ‘Halkın Görüşü’ tanımları içinde yaygın bir konu başlığıdır. Bu durum bir gerçeğe işaret eder; halkın görüşüne sıkı sıkıya bağlı olanlar, bireyleri gönülleri razı olmasa bile eyleme geçmeleri için zorlar.” Birçok bilim insanı, ‘Halkın Görüşünün’, toplumsal olayların cereyan ettiği yer ve zamana göre değişiklik gösterdiği konusunda hemfikirdir. ‘Sorumluluk hissi taşıdığını varsayan’ kişiler toplumu ilgilendiren herhangi bir konu hakkında fikir beyan ederek ‘Halkın Görüşünün’ oluşmasında önemli rol oynar. Bilim insanları ayrıca, ‘Halkın Görüşü’ kavramının çeşitli kalıplarına baktıklarında, hiçbir baskı altında kalmadan ifade edilen ve her koşulda ulaşılabilir olan fikirlerin; yani halkı halk yapan fikirlerin özellikle kitle iletişim araçları içinde var olduklarını görürler. ‘Toplumun Görüşü’ kavramının ne olduğu ile ilgili süren anlaşmazlık, ‘Toplum’ ve ‘Görüş’ kelimeleri hem tek tek hem birleşik şekilde düşünülerek kavrama vücut vermeye devam ediyor.

Halk / Toplum

Bilim insanları ‘Toplum’ kelimesinin ne demek olduğunu, ‘Toplum Görüşü’ kavramı içinde tartışırlar. ‘Toplum’ derken; ‘Tüm Toplum’ ve ‘Toplumdaki Çoğunluk’ ikileminin çok yönlü anlamlara yol açtığı görülür. ‘Toplum’un üç anlamı vardır. Tarafsızlık/Herkese açık olma üzerine kurulu hukuki anlamda toplum. Örneğin, kamusal alan. İkinci anlamı, kamusal hak. Son anlamda ise, ‘Toplum Görüşü’ tabirine baktığımızda, ‘Toplum’ kelimesinin bir şekilde bir şeyle ilişkili olduğu fakat farklı bir anlama büründüğü gözlenir. Kavram içindeki ‘Toplum’ kelimesi, yine aynı kavram içinde değerlendirilmek şartıyla, sosyal psikolojinin alanına giren bir karakter halini alır. Bilim insanları, ‘bireysel görüş & azınlık görüş’ün üzerinden zafer kazanarak, destek almak uğruna hükümetteki kanun yapıcılarla veya yargı dünyasıyla sürtüşme yaşamamaya gayret göstererek; birçok yasal düzenlemenin yapılması, normların değiştirilmesi / yeni normların getirilmesi ve en önemlisi moral değerlerin çapının ayarlanması konusunda ‘Toplum Görüşü’nün ne kadar büyük bir güce sahip olduğunu keşfettiklerinde çok şaşırırlar.

Görüş/Fikir 

1739’da İngiliz filozof David Hume’un eserinde yayınlanan ‘Yaygın Görüş’ tabiri. ‘Anlaşma’ kelimesi ve ‘Yaygın olma hissi’, İngiliz ve Fransız köklü ‘Görüş’ kelimesinin temelinde yatar.Kelimenin kökenini araştırırken, Almancada 'meinung' olarak telaffuz edilir, Plato’nun ‘Devlet’ eserine kadar geriye gidilir. Eserde, Socrates’ten bir alıntı “görüşün/fikrin orta yolda bir konum aldığı” şeklinde bitirilir. Kant ise ‘görüş/fikir’ kelimelerini “hem öznel hem nesnel manada yatersiz muhakeme” olarak niteler. Her yönüyle yararlı gözüken bir ‘fikir/görüş’ nasıl görmezden gelinebilir, şüphesi/sorusuna şu yolla cevap aranabilir: Çeşitli konular hakkında, toplumun -- veya toplumda birden fazla katmanın -- ortak bir paydada buluşabilmesi günümüzde olduğu gibi geçmişte de ciddiyetle dikkate alınan bir konuydu.


‘Halkın Görüşü’nün oluşmasına etki eden faktörler


Toplumdan dışlanma tehdidi 


‘Suskunluk Sarmalı’ toplumdan dışlanma tehdidiyle başlar. Toplumsal yapıyı oluşturan sayısız sütunun sürekliliğini korumak için, o toplumun üyelerinin toplumsal değerler ve toplumsal hedefler üzerine müşterek bir zeminde anlaşabilmeyi teminat altına alması gerekir. Bu anlaşmayı sağladıktan sonra sosyal düzenin bozulmaya uğramadan yoluna devam edebilmesi için, toplum, anlaşmaya uyum göstermeyen, anlaşmayı rayından çıkarma yönünde görüşlere sahip olan ‘azınlığı’; ‘sizi dışlarız’ tehdidiyle caydırmaya çalışır.


Toplumdan dışlanma korkusu

Dışlanma korkusu ‘Suskunluk Sarmalı’na ivme kazandıran bir merkezkaç kuvvetidir. İnsanlar toplumdan dışlanma korkusuna kapılmamak için, kendilerince önlemler alır. Bu ‘önlem alma’ varsayımı, ‘Konformizm/Çevreye Uyum Göstermek’ denilen ‘hayatı huzur içinde yaşamak için etliye sütlüye bulaşmamak, her zaman -Halkın Görüşü-ne yakın olmak ve hatta birebir aynısı olmaya çabalamak’ temeline dayanır.

Fikrini özgürce söyleme isteği 

Bireyler, fikirlerinin veya fikirlerine yakın olan görüşlerin toplum içinde yaygınlaşmaya başladığını hissetikleri anda, çekinmeden konuşmaya meyillidir. Tam tersine bakılırsa, fikirleri toplumca kabul edilmiyorsa veya yavaş yavaş ‘popülarite’si kaybolmaya başladıysa, artık susup kabuğuna çekilmeye yönelir.

Kişinin benliğinde doğuştan varolan ‘genel-geçer görüşe uyum gösterme’ duygusu 

Bireyler, ‘Toplum Görüşü’nü ‘ölçmek’ için doğuştan gelen özelliklere sahiptir. Bireyin gözlemleyebildiği toplumun çapı çok geniş olamayacağından, ‘Kitle İletişim Araçları’ dediğimiz ‘Medya’, ‘Toplumdaki Baskın Görüş’ün ne/neler olduğu hakkında bireylere örnekler sunar. Medya, bu ‘Baskın Görüşün’ topluma nasıl sunulduğu konusunda çok önemli rol oynar. ‘Toplumun Görüşünün’ nerelere meyilli olduğu ile ilgili bireylerin (tek tek) algılarına doğrudan etki etme gücüne sahiptir. Bu ‘sunum’ aşamasında kullanılan kelimelerin, bilgilerin kaynağının, resim-fotoğrafların, kişilerin, videoların vb. ‘gerçek mi yoksa kurgusal mı olduğu’ şüphesi haberin dinlenme/izlenme anında bireylerin merakını pek uyandırmaz.

‘Genel Bilgi Eksikliği & Çoğulcu Bilgi Eksikliği (Kaba tabirle -Çoğulcu Cahillik-)’ & Toplum ‘Genelinin’ bazı fikirleri / bazı kavramları / bazı olayları vs. görmezden gelmesi 

Çoğulculuk – Pluralism’ ile ‘Çoğunlukçuluk – Majoritarianism’ arasında fark vardır. ‘Çoğulculuk’ kavramı ‘çoğunlukçuluk’ kavramını kapsar.

Çoğunluk; bir kitlenin diğer kitlelerle kıyaslandığında ‘sayıca çok’ olduğunun göreceli de olsa ispatlanması demektir.
Çoğulculuk ise; birden çok kitlenin varlığı, bu kitlelerin birbirinin aynısı veya birbirinden farklı olduğu fakat bunların ‘hepsinin’ bir arada yaşadığı bir mekan ve/veya bir algı ortamının (mekan ve algı kelimeleri hem fiziksel hem de duyumsal olarak kabul edilebilir) ‘bütünü’ demektir. ‘Çoğulculukta’ hangi kitlelerin daha büyük hangilerinin daha küçük olduğu, kuşbakışı yaklaşım ile, net gözükür.
Noelle-Neumann; ‘toplumdaki baskın görüşün’ hangi kitlelerde çok hangilerinde az olduğunun tespit edilmesinin zorluğu ve bir tespit yapılabilse bile bunun kayganlığı sebebiyle ‘çoğulcu cahillik’ terimini kullanmayı uygun bulmuştur.
Noelle-Neumann’a göre ‘Çoğulcu Bilgi Eksikliği’, bireyin tekil olarak ve/veya bir grubun sahip olduğu düşünce ne ise, toplumun geri kalanının da o düşünceye sahip olduğu yanılgısı demektir. Medya, tek bir veya birden fazla fikri yayınlarıyla baskın kılıp, aynı anda ‘azınlığın’ fikirlerinin sesini kısarak ‘Çoğulcu Bilgi Eksikliği’ni yaratabilir; bu da yukarıda belirtilen yanılgının oluşmasına yol açar. Örnekler: ‘Komünizm’ kelimesini duyunca ‘din elden gidecek’ yorumunun akla ilk gelen şey olması fakat bunun bir yanılgıdan ibaret olması, ‘Muhafazakar’ kelimesini duyunca ‘şeriat isteyen yobazlar’ yorumunun akla ilk gelen şey olması fakat bunun bir yanılgıdan ibaret olması, ‘Liberal’ kelimesini duyunca ‘paraya düşkün’ yorumunun akla ilk gelen şey olması fakat bunun bir yanılgıdan ibaret olması, ‘Kürt & Ermeni & Rum & Alevi’ kelimelerini duyunca ‘potansiyel düşman, potansiyel terörist, potansiyel bölücü’ yorumlarının yapılması fakat bunların birer yanılgıdan ibaret olması,‘Eşcinsel’ kelimesini duyunca ‘bu bir tür hastalıktır ve tedavi edilmelidir’ yorumu fakat bunun bir yanılgıdan ibaret olması gibi. Bu ve buna benzer birçok kavramın ‘tabu’ kabul edilmesi nedeniyle, toplumun ‘geneli’nin bu konuları konuşmayı ‘görmezden gelmesi’, ötelemesi, ‘Çoğulcu Bilgi Eksikliği’nin her daim sürmesine sebeptir.

Yukarıdaki beş faktör arasındaki etkileşim, ‘Toplum Görüşü’nün inşa edilmesi, değiştirilmesi ve güçlendirilmesi sürecine öncülük eder. Bir tarafın suskunluğa gömülmeye ve aynı anda diğer tarafın konuşmaya başlaması bir sarmal meydana getirir. Ve bu sarmal ‘baskın gelen tarafın fikrinin’ iktidarını gitgide kuvvetlendirdiğini bariz bir şekilde gösterir. Daha önce bu fikir belli belirsiz bir kurgu halindeyken, artık herkesçe kabul gören bir ‘sosyal norm’ haline dönüşür.
Noelle-Neumann, ‘Suskunluk Sarmalı’nın sürekli hareket halinde olan bir süreç olduğunu da ekler. ‘Halkın Görüşü’ü artık, medyanın sürekli tekrarlayarak baskın hale getirdiği ‘Çoğunluğun Görüşü’dür yani artık bir ‘statüko’dur. Ve bu ‘statüko’ karşısında ‘azınlık’ daha kısık sesle konuşmaya başlar ve en sonunda susar
‘Suskunluk Sarmalı’ teorisi, değerlendirme yapılması istenen bir alanda, ‘gerçek’ ve ‘değer’ farklılığı (‘gerçek’ kelimesinden kasıt -pozitif- yani bilim, felsefe veya akıl ile varlığı ispatlanan fikir; ‘değer’ kelimesinden kasıt -normatif; kaide teşkil eden- yani ortak bir noktada buluşmuş kişilerin herhangi bir bilimsel onay beklemedikleri fikir) varsa sadece ‘algı’ ve ‘fikir’ zeminlerine uygulanabilir; teori, ‘gerçekler’ üzerinden ‘yanlış veya doğru’ saptaması yapmaya çalışmaz.

Sarmalın Modeli
  1. İnsan ‘sosyal’ bir varlık olarak, çevresinden dışlanmaktan korkar. Doğası gereği, çevresi tarafından saygı görme beklentisi içindedir.
  2. Dışlanma riskini bertaraf etmek, çevresi içinde ‘popülaritesini’ ve saygınlığını korumak için, bireyler çevrelerini, çevrelerindeki değişimleri dikkatle takip eder. Ne tür ‘görüş’ ve ‘tarz’ların yaygın olduğunu ve yeni görüş, yeni tarzların gelip gelmediğini sürekli kontrol eder. Eğer ‘yeni’ler geldiyse, bunları keşfeder keşfetmez hemen uyum gösterir; topluma ‘yabancı’ durumuna düşmemeye çalışır.
  3. Fikirlerin/görüşlerin ve davranışların ‘durağan’ olduğu alanlar ile ‘değişime açık’ olduğu alanlar diye iki grup oluşturulabilir. Görüşlerin görece kesin ve durağan olduğu alanlarda (örneğin ‘gelenek / töre / ritüel’), kişi bu ‘geleneğe’ uygun sözler söyleyip topluma uyumlu bir profil çizebilir ya da bu ‘geleneğe’ karşı beyanlarda bulunuyorsa ‘dışlanma’ riskini göze almış olması gerekir. Görüşlerin değişime açık veya tartışmalı olduğu alanlarda ise kişi, ‘toplum tarafından dışlanmasına neden olmayacak’ yani ‘genel-geçer’ görüşleri bulmaya çalışır.
  4. Kişiler ve/veya gruplar, fikirlerinin ve/veya fikirlerine yakın olan görüşlerin toplumda yagınlaşmaya başladığını sezerse, artık toplum içinde kendilerinden emin, korkmadan konuşmaya başlar. Tam tersi durumda ise, kişiler, fikirlerinin toplum nezdinde zemin kaybettiğini sezdikleri anda, artık içine kapanık bir şekilde konuşmaya başlar.
  5. ‘B’ fikrini savunan kişiler suskun kalırken ‘A’ fikrini savunan kişiler çok konuşuyorsa, bu ikilemin ‘toplum’ üzerinde mutlak etkisi vardır: Hararetle savunulan bir fikir göründüğünden daha güçlü olduğu intibasını topluma verirken, kısık sesle savunulan bir fikir göründüğünden daha zayıf bir intiba verebilir.
  6. Sonuç: ‘Sarmal’ sürekli değişim halinde olan bir süreçtir. Kişiler ve/veya gruplar çevrelerindeki değişimi takip ederek kendilerini bunlara uydurmaya çalışır. Bir görüş artık yaygınlığını kaybedip geri plana düşmeye başladığında kişiler saf değiştirip ‘yükseliş trendine’ giren görüşe yaklaşır. Teori içinde; ‘yaygınlığını kaybeden görüşü her koşulda/daima savunan’ kişi/grupların yeri bir istisnadır. Çünkü bu kişiler için toplum tarafından ‘dışlanmak’ veya ‘saygı görmek’ önemli değildir.
Asch deneyinde kullanılan
kartların bir örneği

Toplumdan dışlanma korkusu: Konformizm/Topluma ‘aykırı’ gözükmeden yaşamak sarmalı oluşturur.

Noelle-Neumann’a göre ‘dışlanma korkusu’ sarmalın başlangıç noktasını oluşturur. Psikolog Solomon Asch’ın
yaptığı deneyde; deneklere birinde üç farklı uzunlukta çizgi, diğerinde tek bir çizginin olduğu iki kart dağıtılır. Çizgiler A, B, C ve X harfleriyle adlandırılmıştır. Soru üç çizginin olduğu kartta hangi çizginin diğer karttaki X çizgisiyle aynı uzunlukta olduğudur. Deneyin yapıldığı odadaki bütün denekler B çizgisinin X ile aynı uzunlukta olduğunu söylerken, bir denek aslında C çizgisinin X ile aynı uzunlukta olduğunu görür; ve gerçeği gören bu deneğin hangi cevabı vereceği deneyin yapılma amacıdır. Denek doğru olanı gördükten sonra fikrinin arkasında duracak mıdır? Yoksa odadaki diğer deneklerle ters düşmemek; ‘konformizmin’ dışına çıkmamak için o da B çizgisini mi seçecektir? Çalışma sonucu: Aynı uzunlukta olan C çizgisini seçen denek yani doğru olanı yapan denek, gruptan ‘dışlanmamak’ için, sessiz kalıp gruba uyum gösterme yoluna giriyor. Bu deney çok kısa gözükmesine ve farklı koşullarda farklı sonuçlar verebilecek bir potansiyel barındırdığı intibası vermesine rağmen; sonuçlarına baktığımızda ‘Suskunluk Sarmalı’ teorisini destekleyen en basit ve en öz deneydir. ‘Asch Deneyi’ ile ‘Suskunluk Sarmalı’nın ortak noktası toplumdan dışlanma ‘korkusuna’ karşı kişilerin/grupların nasıl bir davranış sergilediğidir.

Suskunluğu yenip konuşmaya başlama arasındaki ince çizgi 

Teori bir noktaya daha işaret eder. ‘Suskun Azınlık ↔ Sessiz Çoğunluk’ denilen iyi eğitimli ya da daha müreffeh bir hayata sahip (‘müreffeh & refah’ kelimeleri hem maddi anlamda hem moral anlamında birleşik veya tek tek değerlendirilebilir) kişi/gruplar ve ‘özgürce düşünen’ diye tabir edilen kişi/gruplar, genellikle toplumun onların ‘fikirleri’ hakkında ne düşündüğü ile ilgilenmezler, ‘dışlanmaktan’ korkmazlar ve bu yüzden her zaman konuşabilirler. ‘Sessiz Çoğunluğun’ aynı zamanda; ‘itaatkar’ diye addedilen ‘Toplum Görüşü’ kavramı ‘durgunluğa’ girdiğinde; ‘düşünceler ikliminde dalgalanmalar yaratan bir rüzgar’, ‘değişimi ateşleyen bir kaynak’ vasfı da vardır. ‘-Toplum Görüşü- itaat etmeye meyillidir’ kavramı ve ‘Sessiz Çoğunluk’ kavramı, bir toplumda ‘sosyolojik evrimler’ geçirmek için iki kanat olarak görülür. Bu ‘Sessiz Çoğunluk’, sarmalın içinde dışlanma tehdidi olan ‘muhalefet’ tarafının her zaman en tepesinde yer alır. Teoriye göre ‘Sessiz Çoğunluk’: Nonconformist / Konformist olmayan; toplumda ‘genel-geçer’ diye tabir edilen çeşitli değerlere, fikirlere, geleneklere vd. rağbet etmedikleri için dışlanmış, kaybedecek birşeyleri olmadığı için özgürce konuşmaktan korkmayan kişi/gruplar ve Avangard / Yenilikçi / Öncü; yaşadıkları zamanın çok ötesinde değerlere sahip ve bu değerleri yaşadıkları zamanın içine getirmeye çalıştıkları için toplum içinde her zaman bir ‘azınlık’ olarak kalmış aydın, sanatçı ve reformcu kişi/gruplardır.

Bir Üniversite ortamında yapılan Suskunluk Sarmalı deneyi
ABD-Dayton Üniversitesi’nden akademisyen Jayne Henson ve ABD-Ball State Üniversitesi’nden Yard. Doç. Dr. Katherine Denker; bireyin ne tür konularda suskunluğa girdiği, siyasi yakınlaşma ve farklılıkların bu suskunluğa ne tür etkileri olduğu üzerine üniversite öğrencileri arasında bir araştırma yapmıştır.
  • Sınıfın ‘genel-geçer görüş’ ikliminde değişiklikler olursa öğrencilerin nasıl tepki vereceği,
  • ‘A’ öğrenci grubunun savunduğu siyasal görüşe karşı olarak eğitmenle birlikte sınıftaki diğer grup/gruplar bu durumu ‘suskunluk’ içinde dinler ve hiç tepki vermezse, ‘A’ grubunun nasıl davranacağı,
  • Eğitmenle birlikte diğer grup/gruplar kendilerine karşı olan ‘A’ grubunu ‘susturmaya çalıştıklarında’, ‘A’ grubunun ne yapacağı öğrenilmeye çalışılmıştır.
Araştırma sonucunda yazılan makalede ‘öğrenci-eğitmen’ arasındaki etkileşimin ve sınıftaki her öğrencinin bu etkileşime ne gözle baktığının üzerinde az durulduğu açıklanmıştır. Araştırmanın amacı: “Siyasi fikirlerin üniversite ortamında nasıl ifade edildiği ve sınıftaki iletişimin, siyasi hoşgörü üzerine etkilerini incelemek” şeklinde açıklanmıştır. Araştırma ayrıca ‘Suskunluk Sarmalı’ teorisinin, üniversite ortamında, ‘Siyasi konulardan çekinildiği için ortaya çıkan suskunluk’ ve ‘Siyaset kullanılarak yapılan susturma’ başlıklarını da inceler. Henson ve Denker’ın makalesi, ‘Suskunluk Sarmalı’ teorisini uygulamak için üniversitenin; kişiler arası ilişkilerin kuvvetli olması, medyanın, kültürel ve siyasi iletişimin iç içe olması nedeniyle çok elverişli bir coğrafya olduğunu söyler. Çünkü sınıflar arası etkileşim ve ‘sınıf/grup/örgüt söylemi’ bir aradadır yani her zaman ‘üniversite’ şemsiyesi altındadır. Eğitmenler ve öğrenciler kendi çelişkilerini ve kültürel yaklaşımlarını sınıfa, tek bir ortama getirir ‘Halkın Görüşü’ doğal olarak öğrenciler ve eğitmenlerin de görüşlerine etki eder. Araştırma öğrencilerin ‘siyasi suskunluğa’ maruz kaldıklarında hissettikleri ile ‘öğrenci-eğitmen siyasi birlikteliği’ konusunda düşündükleri arasında ne gibi bir bağıntı olduğunu inceler. Araştırma ayrıca öğrencilerin ‘sınıftaki algı iklimi’ni nasıl algıladıkları ile öğrenci-eğitmen arasındaki siyasi benzerliklerin yakınlaşmalarına yaptığı etki arasında bir ilişki olup olmadığını da inceler. Henson ve Denker araştırma için Midwestern Üniversitesi’nde İletişim Kursuna katılan öğrencileri kullandı. Öğrenciler, ‘Siyaset kullanılarak yapılan susturma’, sınıftaki algı iklimi ve eğitmen tarafından yaratılmış bir algı iklimi başlıklarıyla hazırlanmış anketi cevapladı. Öğrenciler arasındaki ideolojik farklılıklar ile savunulan siyasi parti içinde ‘algılanan’ benzerlikler arasında pozitif bir ilişki olduğu ve eğitmeni ‘daha derin bir suskunluğa yol açan faktör’ görmenin yaygın olduğu sonucu çıktı. Ayrıca algılanan benzerlikler ile sınıftaki düşünce iklimi arasında da pozitif bir bağıntı olduğu kanıtlandı. Ve bu araştırma üniversite ortamında da ‘Suskunluk Sarmalı’nın var olduğunu gösterdi. Eğitmenlerinin ve sınıf arkadaşlarının siyasi görüşlerinde farklılıklar olduğunu algılayan; farklı görüşlere sahip olmanın ‘dışlanmaya’ yol açacağını gören öğrencilerin ‘sessiz kalma’yı tercih edebileceği olasılıklar arasında değerlendirildi. Eğitmenin görüşünün ‘Sınıfın Görüşü’ üzerinde önemli bir rol oynadığı ve bunun öğrencilerde ‘fikirlerimi bastırabilirler’ algısı yaratabileceği saptanmıştır. Eğitmenin görüşlerini açıkladığı ve açıklamadığı—ve burada ‘farklı görüşler susturulmalıdır’ algısının oluşup oluşmadığının üzerinde önemle durarak—deneyleri ayrı ayrı yapıp çıkan sonuçlara daha dikkatli bakılması gerektiği bir diğer önemli saptamadır. Henson ve Denker’ın yaptığı bu araştırma, diğerlerinden farklı olduğunu anlayan bir kişinin, bu farklılığın gün yüzüne çıkmaması için sessiz kalmaya meylettiğini; gündelik hayatımızdaki ‘Suskunluk Sarmalı’nın üniversitelerde de var olduğunu gösteriyor.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder